İclal Aydın - Söylenmemiş Sözler
Üzüm ve zeytinin, yağ, bal ve şarap küplerinin,
kadırgaların, binbir şifalı otun en eski vatanı Urla. Dünyanın zalimliği ve
insanın vahşiliğinden şüphesi olmayanları, dünyanın güzelliği ve insanın
iyiliğine inandıran bir yer burası. Bir zamanların efsane gazetecisi, dünyaya
küskün Oktay Onur Yortan’ın ise çocukluğunun huzurlu bahçesi. Dünyadaki değer
yitimine isyan edip tüm kariyerinden ve hayatın yüklerinden vazgeçip sığındığı
liman. Kaçıp geldiği geçmişinden ve eski güzel günlerin anısından seçip sakladığı
eski aşkı Filiz Canan şimdi kıymeti bilinememiş, kaçırılmış bir mutluluk
fırsatı artık.
Söylenememiş sözlerin altında kalan koca bir ömürde ikisi de
birbirinin hikâyesini yarım bıraktı. Ama okumaları ve bitirmeleri gereken asıl
hikâye, Urla’daki o evin fotoğraflarından gülümseyen, sevgiyi bir yaşam
direnişi olarak kucaklayan ve sıradanlığıyla bir hayat kahramanı olan Nona’ya
ait. Nona’nın yaşadığı yüzyılın sonlarına yetişen Kerem ve Zeynep’in de dahil
olduğu 48 saatlik maceraya sığan bir asırlık ömrün dökümünde, Nona sadece
onlara değil, bu yüzyılın tüm insanlarına sesleniyor:
“Acı dediğin taş, insan dediğin su gibidir. Taşın üstünden kayar gider, toprağa karışır. Taşa her vurduğunda acır canın. Ama toprakla buluştukça acın azalır. Acıdan sonra bir bakmışsın ki o toprakta ne çiçekler, ne hayatlar dirilmiş. Hem su deyip geçme; o su, taşı bile aşındırıp yıpratır.”
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.